Evrim İş Başında Yalanı
Zaman zaman basın-yayın organlarında yer alan, 'Evrim iş başında' ifadesi, gerçekte bir canlı popülasyonunun varyasyonlarının 'evrim' olarak çarpıtıldığı bir propagandadan ibarettir. Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları evrim teorisine delil olarak göstermeye çalışırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir popülasyonun bireyleri birbirleriyle ne kadar çok eşleştirilirse eşleştirilsinler, ortaya yeni canlılar çıkmaz. Bu, tarih boyunca yürütülen bitki ve hayvan ıslahı çalışmaları ile 20. yy'ın sayısız laboratuvar deneyinin ortaklaşa doğruladıkları bir gerçektir.
Biyolog Edward Deevey de, varyasyonun hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleştiğini şöyle açıklar:
Özellikle TV belgesellerinde doğal popülasyonlardaki varyasyon örnekleri evrimciler tarafından çarpıtılır. Örneğin bir adada yaşayan, zemin örtüsüne uygun görünümde kuşların daha iyi kamufle olması, bakterilerin antibiyotiklere veya böceklerin tarım ilaçlarına karşı bağışıklık kazanması gibi durumlar, 'evrimin iş başında olduğu' şeklinde maksatlı bir yorumla aktarılır. Böylece izleyenlere doğada anbean işleyen ve bilim adamlarınca delillendirilebilen bir evrim sürecinin devam etmekte olduğu telkin edilir.
Oysa anlatılan örneklerde sadece kuşun tüy desenlerindeki varyasyonlardan zemin örtüsüne uygun olanının seçilmesi söz konusudur. Bu durumda zaman içinde buradaki popülasyon zemine uygun renklerdeki kuşlardan meydana gelebilir. Ancak evrimci biyologların "mikroevrim" adını verdikleri bu olay, sadece mevcut genetik bilgi dahilinde gerçekleşen bir değişimdir, bir türü başka bir türe değiştirmemektedir. Yukarıdaki örneklerin hiçbirinde, konu edilen canlıların DNA'sına yeni genetik bilgi eklenmemektedir. Varyasyonlardaki seçilim, 'zaten' var olan genetik bilgi arasında gerçekleşmektedir, dolayısıyla bir 'evrim' meydana geldiğini iddia etmek mümkün değildir.
Tüm bu örnekler, tür içi çeşitlenmelerle ilgilidir. Bu, birçok evrim biyoloğunun da kabul ettiği bir gerçektir.
Evrimci biyologlar, Gilbert, Opitz ve Raff, Developmental Biology dergisinde yayınlanan 1996 tarihli bir makalelerinde türlerin kökeninin, mikroevrim şeklinde adlandırdıkları varyasyonlarla açıklanamayacağını şöyle belirtirler:
Sonuç:
Zaman zaman gündeme getirilen 'Evrim iş başında' söylemi, evrimcilerin toplumu yanıltmak için sürdürmeye çalıştıkları bir aldatmacadan ibarettir. Fosil kayıtları, türlerin evrimle ortaya çıktığı iddiasını kesin olarak yalanlamaktadır. Doğa tarihinin milyonlarca yıllık kayıtları göstermektedir ki, tüm canlı grupları aniden ve kusursuz yapılarıyla var olmaktadır. Türler yeryüzündeki varlıkları boyunca değişikliğe uğramamakta, başka canlılara dönüşmeden soylarını sürdürmektedirler.
Bu durum gayet açık bir şekilde göstermektedir ki, iş başında olduğu savunulabilecek hiçbir evrimsel süreç yaşanmamıştır. Yeryüzü, kendine has özellikler taşıyan ve her biri olağanüstü bir komplekslik sergileyen, Allah'ın "Ol" emri ile yaratılmış canlılarla doludur. Bunlara evrimsel bir geçmiş uydurmaya çalışmak, hiçbir zaman bir sonuç vermeyecek, bilimsel gelişmeler sürekli olarak evrim aleyhinde gerçekler ortaya çıkaracaktır.
Bir ayette Rabbimiz olan Allah şöyle buyurmaktadır:
Fosil kayıtları, türlerin evrimle ortaya çıktıkları iddiasını kesin olarak yalanlamaktadır. Milyonlarca yıllık fosiller, günümüzde yaşayan türdeşleriyle hiçbir farklılık ortaya koymamaktadır. Bu gerçek canlıların, yaratıldıkları andan itibaren, milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramadıklarını göstermekte, hayali evrim sürecini kesin olarak inkar etmektedir.
"Bizi Biz Yapan Beyin Bölgeleri" Aldatmacası
İnsan, diğer memelilerle benzer biyolojik yapılara sahip olmasına karşın, zihinsel faaliyetleri açısından canlılar aleminden derin bir ayrımla ayrılır. Bu durum, insanın en yakın akrabası olarak öne sürülen şempanze ile insan arasında da gözlenmektedir. Zihinsel güç açısından insanla şempanze arasındaki farklılık öylesine büyüktür ki, evrimciler bunun "alem seviyesinde" bir farklılığa denk geldiğini ifade etmektedirler. (Canlılar, küçükten büyüğe sistematik bir sıralama dahilinde; tür, cins, aile, takım, sınıf, filum ve alemlere ayrılırlar. Canlı sistematiğinin en büyük sınıfı, alem'dir.) Yani zihinsel faaliyetler açısından insanla şempanze, bitkiler alemiyle hayvanlar alemi kadar farklıdır.
Burada evrimciler adına bir çelişki söz konusudur. Evrimciler, insanın hem bedensel hem de zihinsel tüm özelliklerinin hayali evrim sürecinde ortaya çıktığını kabul ederler. Peki ama nasıl olur da insan, sözde en yakın akrabası olarak ilan edilen bir canlıyla böylesine derin bir ayırıma sahip olmuştur? Evrimciler bilincin maddeden kaynaklandığı dogmasına saplanıp kalmışlardır. Bu durumda, şempanzeyle aynı tipte beyin hücrelerine sahip olan insanın; üniversiteler, kütüphaneler, hastaneler kuran, uzaya mekik gönderen üstün akıl sahibi bir canlı olarak ortaya çıkmasını nasıl açıklayabilirler?
Açıktır ki, insanı insan yapan faktörleri beyin kimyasında ya da nöronların elektrokimyasal faaliyetlerinde aramak akıl dışı bir yaklaşımdır. Nöronlar ve değiş tokuş yaptıkları kimyasallar, nihayet atomlardan meydana gelmektedir. Atomların ise bilinç meydana getirici hiçbir özelliğinin bulunmadığı açıktır. Bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan meydana gelen, oksijen, karbon, azot ve hidrojen gibi atomlar hissedemez, düşünemez ve konuşamazlar.
Darwinizm; cansız bir dünyadaki atomların, zaman içinde birleştiğini, en kaliteli televizyondan daha mükemmel görüntü sağlayıp kendilerini görmeye başladığını, en kaliteli müzik setinden daha net ses sağlar hale geldiklerini ve ardından onu duyma yeteneği kazandıklarını, yerin sertliğini hissetmeye başladıklarını nihayet profesörler, doçentler gibi düşünür ve konuşur olduklarını iddia etmektedir!
Darwinistler, bilim dünyasını ve toplumu bu akıl dışı, köhne inanca sürüklemeye çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda çalışan primatbilimciler ve sinirbilimciler, insan aklıyla ilgili evrimcilerin içinde bulundukları çıkmazın kimi beyin bölgeleri üzerinde yapılan çalışmalarla giderilmekte olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadırlar. Maymun ve insan beyni üzerinde görüntüleme çalışmaları yapmakta, beynin faaliyetleri üzerinde spekülasyonlar ortaya koymaktadırlar. Bu çalışmalar ise medyada "bizi insan yapan beyin bölgeleri belirlendi" türünden yanıltıcı başlıklarla haber verilmekte, insan beyninde bulunan bazı 'sihirli' nöronların insana akıl ve hislerini kazandırdığı telkin edilmektedir.
Ancak bu yöndeki propagandanın hiçbir gerçekliği bulunmamaktadır. Nitekim New Scientist dergisinde "Yaşamın Gizemleri" başlığı altında yayınlanan bir makalede, bu propagandayı yalanlayan şu sözler ortaya konmuştur:
İnsanı insan yapan faktörler, beyindeki nöronların faaliyetleri değildir. Şuursuz, bilinçsiz ve cansız atomlar, duyan gören, düşünen, bilinçli insanları var edemezler. Şuursuz atomlar bir araya gelerek laboratuvarlarda kendisini inceleyen insanı oluşturamazlar.
Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi insanda bilinç oluşturduğu bilinen hiçbir beyin bölgesi bulunmamaktadır. Bilincin kaynağı bir et parçası değil, Allah'ın insana verdiği ruhtur. Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
"İlkel Neandertal Tezi Neden Geçersizdir?
İsmini ilk bulunduğu bölgeden (Almanya'nın Dusseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisi, 1856) alan Neandertal insanı, yani Homo sapiens neanderthalensis, geriye doğru bir alna, belirgin olmayan bir çene ile iri bir burna sahiptir. Günümüzden yaklaşık 30.000 yıl önce belirlenemeyen bir nedenden dolayı bu insan türünün ortadan kalktığı düşünülmektedir. Neandertallerin gerçek bir insan ırkı olduğu gerçeği artık birçok evrimci tarafından kabul edilse de bazıları hala Neandertalleri soyut düşünceden yoksun ilkel mağara adamları olarak gösterme eğilimindedirler. Oysa Neandertal anatomisi ve kültürü hakkında son yıllarda ele geçirilen çok sayıda bulgu, bu eğilimin hiçbir temeli olmadığını, bu insanların gerçek bir insan ırkı olduklarını ortaya koymuştur.
Öncelikle günümüzde yaşayan insanlar ile, Neandertaller arasında yapılan anatomik ve sanatsal karşılaştırmada ortaya çıkanlar evrimin iddialarını destekleyecek üstünlükler değildir. Nasıl ki günümüzde yaşayan Kuzey Batı Avrupalı insanların iri cüsselerinden yola çıkarak bu insanların, daha minyon olan Çinliler veya Pigmelere göre daha kaba ve ilkel olduklarını söylemek mümkün değilse, aynı şekilde Neandertallerin güçlü beden yapısına sahip olmaları veya alınlarının dar olması da onların ilkel bir tür olduklarını göstermez. Çünkü kemik ve iskelet yapısı, davranış şekli ve zeka seviyesinde belirleyici bir faktör değildir.
Üstelik, eğer anatomik özellikler kriter kabul edilecekse, evrim mantığında Neandertallerin günümüz insanından daha zeki olduğu kabul edilmelidir. Çünkü evrimciler insan zekasını beynin büyüklüğüne dayandırırlar; Neandertallerin beyin hacmi ise günümüz insanının beyin hacminden ortalama %13 daha büyüktür.
1: Günümüzde yaşayan bir çocuk kafatası, 2: Bir Neandertal çocuğu kafatası
Eğer evrimcilerin Neandertallerin insansı olduğuna dair anatomik delilleri kriter kabul edilecekse, bu durumda Neandertallerin günümüz insanından daha zeki olduğu kabul edilmelidir. Çünkü evrimciler insan zekasını beynin büyüklüğüne dayandırırlar. Neandertallerin beyin hacmi ise günümüz insanından %13 daha büyüktür.
Neandertallerin yaşadıkları mağaralarda elde edilen bulgular bu canlıların insan gibi davrandıklarına dair önemli ipuçları vermiştir. Örneğin Neandertallerin hasta ve yaralılarını tedavi ettikleri ve ölülerini çiçeklerle birlikte gömdükleri bilinmektedir. Elbette bunlar Neandertallerin sevgi ve şefkat kavramlarına sahip sosyal insanlar olduklarını göstermektedir. Neandertallerin gerçek insanlar olduğuna dair kanıtların ortaya çıkarıldığı araştırmalar ve bunlara dayanarak Neandertaller hakkında uzmanlarca yapılan yorumlardan bazıları şunlardır:
Evrimciler, sahte propaganda yöntemlerini kullanarak Neandertalleri ilkel mağara adamları olarak gösterme eğilimindedirler. Oysa, bilimin gösterdiği gerçek, pek çok evrimci bilim adamının da kabul ve itiraf ettiği gibi, Neandertallerin gerçek bir insan ırkı olduklarıdır.
Tüm bunlar Neandertallerin günümüzde yaşayan insanlardan farksız olduğunu gösteren bilimsel kanıtlardır. Bazı evrimci yayınlarda ısrarla ilkel Neandertal Adamı yanılgısının sürdürülmeye çalışılması, evrimcilerin fosilleri Darwinist bir bakış açısıyla yorumlama eğilimlerinin bir uzantısıdır. Neandertaller konusunda uzman olan Erik Trinkhaus bu eğilime şu cümlelerle işaret etmektedir:
Neandertallere ait bu flüt kalıntısı, Batı müziğinin temel formu olan yedi nota ölçüsüne sahiptir. Bu bulgu, Neandertallerin üstün bir kültüre sahip insan ırkı olduklarını kanıtlamaktadır.
Neandertallerin maymun adam olduğu yorumu, yalnızca evrimcilerin hayal güçlerinin ürünüdür.
Neandertaller konusundaki önyargıları dile getiren bir başka bilim adamı, Pennsylvannia Üniversitesi arkeologlarından Jan Simek'tir. Bir evrimci olan Simek, 1980'li yıllarda Güney Batı Fransa'da Jahn Phipriga ile birlikte bir Neandertal mağarasında kazılar gerçekleştirmiş, mağarada yakılan ateşin ve çok sayıda balığın kalıntılarına bakarak geniş tartışmalara yol açan bir tez ortaya koymuştu. Ateşte çok miktarda ot yakıldığını, bunun mağaradaki sinekleri kovma veya balıkları tütsüleme dışında bir amacı olamayacağını belirtmişti. O dönemde birçok evrimci, balıkları daha sonra kullanım amacıyla tütsülemenin geleceği planlama yeteneği gerektirdiğini belirterek, Neandertallerin böyle bir iş başarmış olmalarının mümkün olamayacağını ileri sürmüş ve bu teze karşı çıkmışlardı. Simek 26 Mart 2003'te National Geographic TV'de yayınlanan "Neandertal Bilmecesi" isimli belgeselde tezinin karşısındaki Darwinist önyargıları şöyle ifade etmiştir:
Sonuç:
Günümüzde yaşayan insanlardan bedenen hiçbir farklarının olmadığına, düşünce ve yaşam biçimlerinin de son derece ileri olduğuna dair birçok somut bilimsel bulgu ortaya konmasına rağmen Neandertallerin hala ilkel insanlar gibi gösterilmeye çalışılmasının tek nedeni Darwinist önyargılardır. Evrimciler doğada sürekli bir çatışma olduğu ve yaşamın bir hayatta kalma mücadelesi olduğu yönündeki aldanışlarını devam ettirmektedirler. Bu aldanış onları Neandertaller hakkındaki asılsız senaryoları savunmaya ve onları Homo sapiens sapiens'le olan mücadelesinde elenen ilkel bir canlı olarak görmeye ve göstermeye yöneltmektedir. Ancak bu konudaki çabaları sonuçsuzdur, tüm deliller Neandartellerin bir insan soyu olduğunu ve insanı Allah'ın bir anda eksiksiz olarak yarattığını ortaya koymuştur.
Homo Erectuslarla İlgili "İlkel Tür İddiası" Sadece Önyargıdan İbadettir
Homo erectus "dik yürüyen insan" anlamına gelir. Bu insanlar günümüz insanlarından farksız iskelete sahiptirler ve bizim gibi dik yürüyebilmektedirler. Evrimcilerin Homo erectus'u "ilkel" sayma nedenleri ise, kafatası hacimlerinin (900-1100 cc) günümüz insanının ortalamasından (1400 cc) küçük olması ve kalın kaş çıkıntılarıdır. Oysa bugün de dünyada Homo erectus'la aynı kafatası ortalamasında pek çok insan yaşamaktadır (örneğin pigmeler) ve bugün de çeşitli ırklarda kaş çıkıntıları vardır (Avusturalya yerlileri Aborijinler'de olduğu gibi). Homo erectus'un anatomik özelliklerinin günümüzde de görülmesi Homo erectus'un ilkel bir tür olmadığının kesin bir göstergesidir. Nitekim birçok evrimci artık Homo erectus'un gerçek bir insan olduğunu dile getirmektedir.
Darwinistlerin Homo erectus örneği, küçük kafatası hacmi nedeniyle Turkana çocuğu fosilidir. Oysa bu fosilin 12 yaşında bir çocuk olduğu ve büyüyünce 1.83 boyunda olacağı saptanmıştır. İskelet yapısı ise günümüz insanlarından farksızdır. Darwinistlerin "ilkel" yakıştırması yalnızca aldatıcı propagandalarının bir sonucudur.
Zeka, beynin hacmine göre değil, beynin kendi içindeki organizasyonuna göre değişir.176 Dolayısıyla Homo erectus'un küçük beyin hacmine sahip olması onun zekadan ve beceriden yoksun ilkel bir canlı olduğunu göstermez.
Homo erectus'u dünyaya tanıtan fosiller, her ikisi de Asya'da bulunan Pekin Adamı ve Java Adamı fosilleriydi. Ancak zamanla bu iki kalıntının da güvenilir olmadıkları anlaşıldı. Pekin Adamı, sadece alçıdan yapılmış ve aslı kaybolmuş modellerden ibaretti, Java Adamı ise bir kafatası parçası ile, ondan metrelerce uzakta bulunmuş bir leğen kemiğinden oluşuyordu ve bunların aynı canlıya ait olduğuna dair hiçbir gösterge yoktu. Bu nedenle Afrika'da bulunan Homo erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazandı.
Afrika'da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, Kenya'daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan "Turkana Çocuğu" fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaşında bir çocuk olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83cm boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından farksızdır. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, "ortalama bir patoloğun bu fosilin iskeletiyle, bir günümüz insanı iskeletini birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu" söyler.177
Nitekim evrimci paleoantropolog Richard Leakey bile Homo erectus'un günümüz insanı ile olan farklılığının ırksal farklılıktan öte bir anlam taşımadığını şöyle ifade eder:
Üstte: Aborjin yerlisi.
Altta: Eskimo. Homo erectus ile günümüz insanı arasındaki farklılık, yukarıdaki insanlarda görülen ırksal farklılıktan öte bir anlam taşımamaktadır.
Prof. William Laughlin, Eskimolar ve Aleut Adaları insanları üzerinde uzun yıllar anatomik incelemeler yapmış ve bu insanlar ile Homo erectus'un şaşırtıcı derecede birbirlerine benzediklerini görmüştür. Laughlin'in vardığı sonuç, tüm bu ırkların gerçekte Homo sapiens türüne (günümüz insanına) ait farklı ırklar olduğudur:
Laughlin'in bu görüşleri artık birçok evrimci tarafından açıkça kabul edilmektedir. Paleoantropoloji alanında dünyanın çeşitli ülkelerinden önde gelen isimlerin katıldığı Senckenberg Konferansı bu kabulün ön plana çıktığı konferans olmuştur:
Sonuç:
Homo erectus'un "ilkel" kabul edilmesinin temelinde yatan neden, sahip olduğu anatomik özellikler değildir. Evrimciler bu türü, Australopithecus ve Homo habilis gibi sıradan maymunlar ile günümüz insanı arasında var olduğunu düşündükleri boşluğu dolduracak bir malzeme olarak benimsemekte ve kullanmaktadırlar. Kısacası Homo erectus'un Homo sapiens'ten ayrı bir tür olarak tutulması, 'az gelişmiş' bir insan olduğundan değil, evrimcilerin önyargılarından kaynaklanmaktadır.
DİPNOTLAR
169. Scott Gilbert, John Opitz, and Rudolf Raff, "Resynthesizing Evolutionary and Developmental Biology", Developmental Biology, vol. 173, makale no. 0032, 1996, s.361
171. Erik Trinkaus, "Hard Times Among the Neanderthals", Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L. Holloway, "The Neanderthal Brain: What Was Primitive", American Journal of Physical Anthropology Supplement, Cilt 12, 1991, s. 94
|
21 Mayıs 2016 Cumartesi
Evrim İş Başında Yalanı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder